Üyelik İşlemleri
Şifremi Unuttum
Sepetim
% 38 İndirim

Hak Dini Kuran Dili 10 Cilt Takım - 2. Hamur Kağıt

Üretici Liste Fiyatı:
1.500,00 TL
930,00 TL
Dil : Türkçe - Arapça
Sayfa : 6139
Cilt : Ciltli
Kağıt : Kitap Kağıdı
Ebat : 15.5 x 23.5 cm
Barkod : 9786053471080
Stok Kodu : AZİM 002

Hak Dini Kuran Dili 10 Cilt Takım - 2. Hamur Kağıt

Sunuş
Kur'ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ'mn, insanları karanlıktan aydınlığa ramak için, Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e indirdiği İlâhî etaptır. 14 asırdan beri yüz binlerce şehid bu Kitâb'm hâkimiyeti rr. kanlarını dökerken, yüz binlerce âlim de bu ilahi kelamın anla- ştiması ve gönüllere yerleştirilmesi için, gönüllerde, zihinlerde Kur'- ân m hâkimiyeti için göz nuru dökmüşlerdir.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da son dönemde yetişen en değerli kümlerimizden biridir. Cumhuriyetin ilk yıllarında kaleme aldığı TC Em sahiplerinin takdirle karşıladığı "Hak Dini Kur'ân Dili" isimli tefsirini günümüz Türkçesine kazandırmak, gereken, hatta geciken t _r görevdi. Bu görevi, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğre- - İyelerinden Prof. Dr. İsmail KARAÇAM, Yrd. Doç. Dr. Emin IŞIK, Doç. Dr. Nusrettin BOLELLİ ve Diyanet İşleri Başkanlığı İs ve not;tanbul Haseki Eğitim Merkezi hocalarından Abdullah YÜCEL üst ve not;lendiler. Değerli hocalarımıza ve bu görevin yerine getirilmesinde emeği geçenlere teşekkürü bir borç biliriz.
Gönlümüzde, beynimizde ve hayaümızda Kur'ân'm gerçek hâkimn.etinin tahakkuku duasıyla... Gayret bizden, tevfik ve hidâyet Allah tandır.

Önsöz
Yüce Allah, sözlerin en güzeli olan Kur'ân'ı, okuyup anlamaları ve gereğince amel etmeleri için kullarına göndermiştir.

Hz. Peygamber Efendimizden beri Kur’ân'ı iyi bilenlerin ve doğru anlayanların, onu anlamakta güçlük çekenlere yardımcı oldukları, bunu bir görev ve ibadet saydıkları bilinen bir gerçektir.

Bu anlayışla hareket eden İslâm bilginleri, İslâm tarihi boyunca, her asırda ciltler dolusu tefsir yazmışlardır. Ancak din ilimlerinde ortak dilin Arapça olmasından dolayı bu eserlerin hemen hepsi Arapça olarak kaleme alınmıştır. Onlardan faydalanabilmek hem Arap dilini iyi bilmeyi, hem de İslâm ilimleri alanında belli bir seviyeye gelmiş olmayı gerekli kılmaktadır.

Tanzimatla birlikte iyice batıya açılan eğitimimiz, bir anlamda oradan gelecek düşünce akımlarına da kapılarını açmış oluyordu. Nitekim çok geçmeden bunun etkisi toplum hayatında kendini gösterdi. O zamana kadar hiç kimsenin şüpheye yanaşmadığı İslâmî değerler, İslâm kültüründen mahrum, batı hayranı bazı yan aydınlar arasında tartışma konusu edilmeye başlandı. Artık herkes İslâm ve Kur'ân hakkında ileri geri konuşuyor, kendince fikir yürütüyordu. Oysa İslâmî değerlere karşı yöneltilen tenkitlerin pek çoğu, hıristiyan misyonerlerinin öteden beri İslâm'ı yıkmaya ve yıpratmaya yönelik çabalarından kaynaklanan görüşlerdi. Yavaş yavaş ülke idaresinde ağırlıklarını hissettirmeye başlayan bu dışa bağlı kültürün zebunu olan sözde aydınların büyük çoğunluğu, bu görüşlere karşı verilmesi gereken ciddi cevapların neler olduğunu bilemedikleri gibi, ister istemez bu yıkıcı fikirlerin etkisinde de kalıyorlardı.

Bu manzara karşısında medreseler, asırlarca devam edegelen klâsik eğitim sistemini sürdürüyor, onun mensuplan kendilerini, mümkün olduğunca bu tartışmalann dışında tutmaya çalışıyorlardı. Genel manzara böyle olmakla beraber, onlar arasında Elmalılı Ham- di Efendi gibiler, sırf kendi gayretleri ile medresenin kabuğu dışına çıkıp, toplumda olup bitenleri görebiliyor, İslâmî gerçekleri savunmaya, hem bu dış kaynaklı kültürün savunucusu aydınları, hem de halkı aydınlatmaya ihtiyaç olduğuna inanıyorlardı. Bu ihtiyaç gittik ve not;çe artan bir şiddette kendini gösteriyordu, özellikle cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte memleketimizde tatbik edilen koyu bir laisizm anlayışının hakim olduğu materyalist ve gayri millî eğitim sistemi, manevî değerlerden son derece yoksun bir neslin ortaya çıkmasının başlıca sebebi sayılmalıydı. Böyle bir neslin yakın tarihte ülke mukadderatına hakim olacağını düşünmek ve hatta her geçen gün bu ve not;nun kötü örneklerinin ayrık otu gibi birer birer ortaya çıktığını görmek; vatanını, milletini ve mukaddesatını canı gibi seven gerçek aydınların uykusunu kaçırıyordu. Artık İslâm dininin, asrın gerektirdiği ve insanların ihtiyaç duyduğu seviyede anlatılması ve Kur'ân'm asrın idrakine söyletilmesi lazımdı. Hem de bu iş, millete kendi dili ile yapılmalıydı.

İşte cumhuriyetin daha ilk yıllarında Kur'ân'm Türkçe'ye terceme edilmesine ve kısaca da olsa bir tefsirinin yapılmasına karar verilmişti. Bu iş için kimin veya kimlerin görevlendirileceği hakkında uzun tartışmalar oldu. Büyük Millet Meclisi başta olmak üzere aklı eren kimseler bu işle ciddî olarak meşgul oldular. Nihayet zamanın Diyanet İşleri Reisi merhum Rifat Börekçi ile yardımcısı merhum Ahmet Hamdi Akseki'nin tensip ve ısran ile tercemenin İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif Bey'e, tefsirin de Elmalılı M. Hamdi Efendi'ye yap ve not;tırılması uygun görüldü. Bir müddet sonra şair M.Akif Bey Mısır'a gitti. Orada hazırladığı ilk tercemeleri Hamdi Efendi'ye gönderdi, ancak bunları beğenmediğini, bütün gayretine rağmen bu konuda ba ve not;şarılı olabildiğine inanmadığını da yazıyordu. M.Akif Bey daha sonra terceme işinden kesinlikle vazgeçtiğini ilgililere bildirince Diyanet İşleri yetkilileri tercemeyi de yapması için Hamdi Efendi'ye teklifte
bulundular. Ancak o da Kur'ân'm Türkçe'ye lâyıkı ile terceme edile eğme inanmadığını bildirerek, yalnızca meâl olarak tefsirden ince bir ilavenin konulabileceğini söyledi ve onun bu görüşü kabul edildi.

Dikkat edilirse hep meâl tabiri kullanılmıştır. Bunun elbette özel bir anlamı ve önemi vardır. Yapılan meâllerde Kur'ân'm cümle yapısına ve ifade tarzına aynen riayet edilmiş, Arapça kelimelerin karşılığında Türkçeleri konulmakla yetinilmiştir. ve Acirc;yetlerin bu şekilde Türkçe'ye çevrilmesi ve Türk dilinin cümle yapısına özen gösteril ve not;memesi, daha o zamanlar birtakım itirazlara yol açmış ve bu tarz bir meâl birçoklarınca beğenilmemişti. Ancak merhum Hamdi Efendi nin büyük oğlu Muhtar Yazır'm, eserin ikinci baskısı için yazdığı insözde de (15 Aralık 1959) belirttiği gibi, o sıralarda Kur'ân'm namazda Türkçe okunması ve okutulması yolunda bir eğilim belirmiş ve bazı denemeler de yapılmıştı. Sözkonusu eğilim Hamdi Efendi'nin inançlarına aykırı olduğundan, terceme değil, özellikle meâl işinde ısrar etmişti.
Bu eser, işte böyle çok yönlü uğraşmalar ve yıllar süren çalışmalar sonunda meydana geldi. Bunun Türkçe yazılmış tefsirler içinde erişilmez bir yeri ve bundan sonra da kolay kolay aşılamaz bir ilmi değeri bulunduğu kesindir. Eserin yazarına göre, ancak harcadığı emeğin bir misli daha emek vermek suretiyle Kur’ân'a doğru dürüst bir tefsir yazılabilir. Daha sonra ömrüm yetişmez ve bu eser yarım kalır korkusuyla birçok sûreyi inceliklerine ve derinliklerine girmeden ve sözü uzatmadan kısaca tefsir edip geçtiği de bilinmektedir. Bununla beraber merhum tefsircinin gerekli gördüğü yerleri uzun uzadıya açıklamaktan ve çok yönlü İlmî ispatlara yer vermekten çekinmediği de açıkça müşahede edilir. Eserin çeşitli İslâmî ilimler, hatta modern ilimler ve fikirler açısından büyük bir bilgi hâzinesi olduğu inkâr kabul etmez bir gerçektir. Bu mükemmel eser birçok yönlerden bazı ufak tefek tashihlere de ihtiyaç göstermekteydi. Bu cümleden olarak:

1.Eserin dili: 1930'lu yılların diliyle kaleme alınmış olan eser, aslında o günün aydınları için bile ağır sayılabilecek bir ifade tarzına sahip bulunuyor. Yer yer konuşma dilini yansıtmasına rağmen, İlmî ve fikrî izahlara girişilen yerlerde üslup oldukça ağdalı ve ağırdır. Oysa son elli-altmış sene içinde Türkçe'deki sadeleşme ciddi boyutlara ulaşmış, hatta bu alanda uçurum sayılabilecek aşırılığa gidilmiştir. Sıradan aydınlar ve üniversite mezunları değil, din ilimleri alanında öğrenim gören ilahiyat öğrencileri bile eserin dilini anlayamamaktan yakınır olmuşlardır. Çünkü artık kimse "zevceyn beynin ve not;de" demiyor, "karı koca arasında" diyor ve "beyin" kelimesini de kafa tasının içindeki beyin olarak anlıyor. Eserin İlmî özelliğini ve yazarın üslubunu zedelemeden dilinin günümüz Türkçesine uyarlanması gerekiyordu. İşte bu yapılmaya çalışıldı.

2.Eserin tertibi: Eserin ilk baskısında ve ondan sonraki ofset baskılarında âyetlerin asıllarma ve meâllerine sıra numarası verilmemişti. Tefsire yardımcı olmak üzere başka sûrelerden alman âyetlere de rakam verilmemişti. Bu âyetlerin çoğu zaman sadece metni konulmuş, fakat ne anlama geldiği meâlen dahi açıklanmamıştı. Bütün bunlar eserden istifadeyi güçleştiriyor,, hatta birçoklan için im ve not;kansız kılıyordu. Oysa böylesine ciddî bir eserde âyet numaraları bulunmalıydı. Başka sûrelerden alınmış olan âyetlerin veya âyet meâllerinin de yerleri gösterilmeliydi. Bunlar da yapıldı. Ayrıca tefsiri yapılan bölümün daha iyi anlaşılması için başka sûrelerden alman âyetlerden meâli verilmeyenlerin de meâlleri verildi ve bunların tara-fımızdan ilave edildiği belirtilmek üzere italik harflerle dizildi.

3.Hadislerin tahrici: Yine ilk baskıda ve onu takip eden baskı-larda hadisler bazen metin olarak konulmuş, fakat Türkçe'si verilmemiş; bazen de Türkçe'siyle yetinilmiş, metni ihmal edilmiştir. Oysa bu hadislerin hem asıl metinleri, hem de hangi hadis kitabında bulunduğu dipnotlarda gösterilmeliydi. Bunların da kaynakları gös-terildi. Bu çalışmayı Doç. Dr. Nusrettin Bolelli gerçekleştirdi.

4.Tefsir kaynakları: Bu zamana kadar yapılan baskılarda çeşitli tefsir kaynaklarından ve diğer eserlerden yapılan nakillerin yerleri de gösterilmemiş, sadece: "Şu eserde diyor ki..." veya "filân zat diyor ki..." gibi ifadelerle yetinilmişti. Halbu ki okuyucuya kolaylık sağlanması veya ilgi duyanların müracaat etmeleri açısından nakil yapılan yerlerin dipnotlarda gösterilmesi faydalı olurdu. Bunlar da imkanlar ölçüsünde gösterildi. Yaptığımız bu çalışmada tefsir kitaplarından yapılan nakillerin yerlerinin tesbiti Abdullah Yücel tarafın ve not;dan gerçekleştirildi.

5.Tashih ve açıklama: Eserde yalnız meâl olarak verilip açıklamaya ihtiyaç duyulan yerlerde gerekli açıklamalar yapılmış ve bunların tarafımızdan yapıldığına işaret edilerek dipnotlarda gösterilmiştir.
Ayrıca eserin sadeleştirilmesi esnasında, tefsire yardımcı olmak üzere başka sûrelerden alman âyetlerin ait oldukları sûre isimlerinden dalgınlıkla yanlış verilmiş olanlar da düzeltilmiştir. Bazı âyet metinlerinde görülen dizgi hataları da giderilmiştir. Yine bu cümlden olarak kelimelerdeki benzerlik ve anlayış farkından kaynaklanan ufak tefek yanılgılara da işaret edilerek dipnotlarda gösterilmiştir. Bunların dışında eserin muhtevasına asla dokunulmamıştır. Çünkü dinî ve İlmî sahalarda şöhret bulmuş olan eserlerin aynen muhafaza edilmesi büyük önem taşımaktadır. Buna da yeterince riayet edildi.

6.Rical, fihrist ve lügatçe: Eserde geçen özel isimlerin ve şa-hısların alfabetik bir fihrist içinde yer alması, artık ilmi eserlerde aranan ve vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bütün özel isimlerin yer aldığı biyografik bir fihristi ayrı bir cilt halinde sunmayı ve konu başlıklarını da aynı cilt içinde yine alfabetik sırayla vermeyi uygun bulduk. Ayrıca tefsirde geçen bazı kelime ve terimlerle ilgili bir lügatçe ilave ettik. Böyle yaptığımız takdirde eserden bütünüyle istifadeyi daha da kolaylaştıracağımıza inanıyoruz.
Yapmış olduğumuz bu çalışmalar esnasında bizlere yardımcı olan ve eserin sadeleştirilmesinde önemli katkıları bulunan Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Nedim Yılmaz, Prof. Dr. Muhsin Demirci, D. İş. Bşk. İst. Haseki Eğitim Merkezi Emekli Müdürü Mahmut Özakkaş (merhum) ve aynı Eğitim Merkezi hocalarından (halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakül ve not;tesi Öğretim üyesi) Dr. İbrahim Tüfekçi'ye teşekkürü bir borç biliriz.
Hedefimiz, eserden istifadeyi kolaylaştıracak yolları açmak ve değerli okuyucularımıza yardımcı olmaktır. Çaba ve emek bizden, muvaffakiyet Allah'tandır.

Haziran/1992

Sadeleştirenler
Prof. Dr. İsmail KARAÇAM Yrd. Doç. Dr. Emin IŞIK Doç. Dr. Nusrettin BOLELLİ Abdullah YÜCEL

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.